Konuşmamız Lazım

Geçen hafta oğlumun okulundan sınıf öğretmeninin bir e-posta aldım. Bizimle ders durumu hakkında görüşmek istediğini bildiriyordu e-posta. İki gün sonrasına randevu verilmişti. Bu e-postayı almadan beş gün önce yapılan veli toplantısında kendisiyle konuşmuştuk ve her şeyin yolunda olduğunu söylemişti.

Geçen beş günde ne olmuştu da şimdi bir görüşme daha yapacaktık?

Beş günün iki günü haftasonuydu. Demek ki geçen bu üç günde bir şey olmuştu. Kesin bir şey olmuştu. Yoksa neden görüşme talep edildi ki?

(Not: Oğluma önemli bir şey olup olmadığını sordum, normal öğrencilik konularına denk gelen bir şey söyledi. Mahremiyeti açısından ne söylediğini burada yazmıyorum.)

Merakla görüşmeyi bekledik.

Ve görüşme saati geldi çattı. Öğretmenimize ilk olarak‘bu rutin bir görüşme midir acaba’ diye sordum. Evet, rutin bir görüşmeydi. Çok önemli bir şey olsaydı zaten hemen bize ulaşacağını söyledi. ‘Valla hocam ben kurdum da kurdum kafamda’ dedim ona, karşılıklı güldük. Konu şuydu: Uzaktan eğitim gelecek yıl da devam ederse nelere özen göstermemizin iyi olacağıyla ilgili fikirlerini paylaşmak istiyordu öğretmenimiz. Mutlu son.

Şu ana kadar farketmediyseniz ben açıkça söyleyeyim: ‘Konuşmamız lazım’ beni bu hayatta en çok geren cümle. Haksızlığa uğradığım, hayal kırıklığı yaşadığım, bölünüp parçalara ayrıldığım her çeşit kötü anıyı hatırlatan güçlü ve berbat bir cümledir kendisi. (Biraz fazla abartmış olabilirim, teşbihte hata olmaz diyelim)

Özellikle yazılı olarak iletildiğinde daha da çok geriliyorum.

Mesela: Şu anda bu yazıyı okuyan sen, bana ‘konuşmamız lazım’ desen ‘ne hakkında konuşacağız’ diye sorarım sana. Biraz tedirgin olurum evet ama merak ederim ne konuşacağımızı. Genel hatlarıyla da olsa bir şey söylemeni isterim. En azından bir hazırlık yapmalı mıyım onu öğrenmeye çalışırım.

O kadar da gerilmem yani. Karşılıklı etkileşim gerilimi azaltır.

Ve fakat bana ‘konuşmamız lazım’ diye yazarsan iki ucundan kuvvetlice çekilen bir tel gibi gerilirim. Önü yok, arkası yok. Ne çıkacağı belli değil. Önceden ne konuştuğumuzu, aramızda neler geçtiğini hızlıca tararım kafamda. Kendi yazdığım, kurguladığım ve yönettiğim bir senaryonun içinde buluveririm kendimi – o konuşma an’ına kadar sürer bu.

Ne hakkında konuşacağımız belli değilse kesin kötü bir şeydir. Öyle varsayarım. Hayalgücüm de baya bir gelişkindir, zombileri bile dahil edebilirim senaryoya. IMDB’de 3 puan alacak kötü bir gerilim filmi olur, eğer benim senaryom çekilirse.

‘Mutlaka kötü bir şey çıkacak’:

Şimdiye kadar yaşadığım olaylar ve deneyimlediklerimden kendime yüklediğim saçma bir varsayım. Ve ben sadece bu varsayımımı pekiştirenleri hatırladığımdan sabit fikirliyim. Sonuçta bunlar artık benim için varsayım değil, kesin olacak bir şey. Ta ki olmayana kadar.

Saçma atasözlerimiz de varsayımları gerçekmiş gibi önüme koyar.Kültür de olumsuzu düşündürtmeye sürüklüyor:

⭕‘Çok güldük, başımıza bir şey gelecek.’

⭕‘Kırkından sonra azanı teneşir paklar.’

⭕ ‘Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.’

⭕ ‘Çok gezen tavuk ayağında pislik getirir.’

Bu olumsuzu düşünme eğilimim sadece bana özgü bir şey mi?

Bu yazıyı yazarken birkaç arkadaşıma şöyle sordum ‘herhangi bir belirsizlik durumunda olumluyu mu yoksa olumsuzu mu düşünmeye meyillisin?’ Hepsi de olumsuz dedi.

Demek ki yalnız değilim. Ancak arkadaşlarım ve ben paranoyak olabilir miyiz diye düşündüm. Mantıksız şüphe ve güvensizliği topluca mı yaşıyoruz acaba dedim? Yani paranoyak olmamam kimsenin beni takip etmediği anlamına gelmez, öyle değil mi? Zaten bütünüyle de kuşkudayım. Şaka bir yana paranoyak değilim, arkadaşlarım da değil -en azından henüz öyle bir teşhis konmadı bize, kesin bilgi.

Doktor bu ne?

‘Olumsuzluk Yanlılığı’ ya da ‘Olumsuzluk Önyargısı’ diye isimlendirmiş sinirbilimi.

Rick Hanson ‘Beyin, kötü deneyimlerden öğrenmede çok iyidir, ancak iyi olanları öğrenmede kötüdür.’ diyor olumsuzluk yanlılığı için.

Rick Hanson ayrıca, olumsuzluk önyargısını atalarımızın yüksek risk durumlarında zekice kararlar vermeyi öğrenmesine neden olmuş bir evrimsel sonuç olarak değerlendiriyor.

Daha önceden yaşanılan olumsuz ya da olumsuz olarak işaretlenen olaylar zihinde daha canlıdır.

Diyelim ki ilkokulda öğretmen beni sözlüye kaldırdı ve ne yazık ki ben bana sorduğu soruyu bilemedim. Bütün sınıf bana güldü. Kendimi sınıf arkadaşlarımın önünde küçük düşmüş hissettim. Şimdi topluluk içinde konuşamıyorsam bu anının ve hissettiğim duygumun zihnimde hala canlı olmasından dolayıymış.

Ya da küçükken evde bardak kırdığımda annem çok kızıyordu. Muhtemelen bir yerimi keseceğimden korktuğundan dolayı kızıyordu ama ben o günkü çocuk aklımla bunu ‘yine yanlış bir şey yaptım’ diye düşünüp öyle işaretledim ve üzüldüm . Şimdi biri bana kızdığında, bu kızgınlığın benim yapamadığım bir şeyle ilişkili olduğunu düşünüp üzülüyorsam, o anıyı arşivden çıkarıyorum, duyguyu da canlı canlı yaşıyorum.

Hayatta kalmamızı sağlayan zihinsel bir süreç.

Ya da onbinlerce yıl önce savanda kabilemle yaşıyordum. Avlanırken kabilemden birinin yırtıcı hayvanlara yem olduğunu gördüm. Yem olmak istemediğimden, o anıyı sürekli olarak -bilinçsizce- yaşatıyorum. 100 tane başarılı av turundan ziyade tehdit yaratanı daha canlı hatırlıyorum. Bu da beni uyanık tutuyor: Aniden bir aslan çıkabilir.

Olumsuzlar arşivden gelmeye çok hevesliler, olumlular için bilinçli bir çaba harcamak gerekiyor.

Pek çok sevindirik olay da yaşıyorum. Aferinler, pekiyiler, övgüler, mutluluklar, sevinçler. Bu olayları ya da bu olaylarda hissettiğim olumlu duyguları bilinçli olarak hatırlamaya çalışmadığım sürece aklıma hiç gelmiyorlar. Olumlu için düşünmem, çaba sarfetmem gerekiyor. -İlginç değil mi sizce de?.

Üzen bir olayın yarattığı hissiyatı, sevinmekten daha kuvvetli hatırlamak, onları canlı tutmak ne tür bir strateji olabilir? Sevinçli olmaktan ziyade üzülmemek mi hedef acaba?

Gündelik yaşam içinde de olumsuzlar, olumlulardan daha net görülür.

Diyelim ki dün sabah o çok istediğiniz pozisyona atandınız. Terfi ettiniz, maaşınız ve yan haklarınız arttı, çok mutlu oldunuz (4 olumlu şey oldu). Ekip yöneticiniz sizin işlerinizi devretmenizle ilgili bir zoom toplantısı yaparken iş arkadaşlarınızdan birinin gözlerini devirdiğini gördünüz. Bunu size karşı yaptığını düşündünüz ve rahatsız oldunuz (1 olumsuz). Akşam uyumadan önce gün içinde meydana gelen o dört olumlu şeyden birini mi yoksa o göz devirmeyi mi düşünürsünüz?

Olumsuz olan sayıca az olsa da zihnimizde işgal ettiği yer daha büyüktür. Daha güçlü tepki verilir.

Konuşmamız lazım cümlesi aslında sıradan bir cümle. Bir uyaran. Ben bu uyarana olumsuz bir anlam yüklediğimden benim için negatif ve deşifre etmesi zor bir mesaj. Bu yüzden daha güçlü tepki veriyorum. Bunun panzehiri asıl meselemi bulmam ki benim için belirsizlik. Ya gerçekten kötü bir şey olursa tuzağına düşmek. Kötü bir şey olursa da olur, benim ortaya çıkacak her türlü sonucu karşılayabilme becerim var. Nasıl mutlu olunur diye bir yazı yazmak yerine bu yazıyı yazmak, negatif uyarana ne kadar güçlü bir yanıt vermeye ihtiyacım olduğunu farketmek de dikkatimi çekti şimdi. (Demek ki olumsuzluğa odaklanıp ona tepki vermek yerine şimdi bana ne oldu ki diye sormayı tercih edebiliyorum, bunu farketmek de iyi geldi bana)

Kişinin kendi deneyimlerinin yanı sıra başkalarının başına gelen olumsuzlukları sanki kendi başlarına gelmiş gibi zihnine yerleştirdiğini savunanların da olduğunu belirtmekte fayda var. Yani başkalarının başına gelenleri kendimize mal etmeye yatkınız. Durum fena yani.

Tüm bunlara rağmen iyi haberler de var.

Bir olayın beni istemediğim bir yere sürüklediğini farkedersem ve buna kafa yorarsam daha faydalı sonuçlar elde edebilirim.

Ne demek istiyorum?

Mesela başta anlattığım e-posta vakasına dönüp bakalım.

‘Nerden çıktı bu şimdi’ diyerek evde terör estirmedim. Oğlumu ‘kesin bir şey yaptın ama söylemiyorsun’ diyerek yersizce ve gereksizce suçlamadım. Eşime ‘bunu hep sen şımartıyorsun’ deyip gözlerimi devirmedim. Onlara dünyayı dar etmedim.

Kendime de olumlu yaklaştım:E-postayı alınca nahoş duygular hissettiğimi farkettim, bu hislerimi araştırmayı tercih ettim.

Böyle bir e-posta aldık, acaba konu nedir diye gerçekten merak ettim.

Kötü bir şey olacak beklentisinde olduğuma aydım. Ben niye böyle düşünüyorum ki diyerek kendi düşüncelerimi, duygularımı ve davranışlarımı değerlendirdim.

Kendime sorular sordum: Konuşmamız lazım cümlesi bana neyi hatırlatıyor? Neyi nasıl işaretlemişim? Varsayımlarım neler? Panzehiri var mı?

Benzer şeyleri yaşayanlar var mı acaba diye araştırdım. Ki bu yazı da böyle çıktı ortaya. Sağlıklı bir tutum sergiledim, iyi bir şey oldu benim için yani. O nahoşluğu faydalı bir şeye dönüştürebildiğimi gördüm. Kendimi takdir ettim.

Rick Hanson zihnimizin kötü deneyimlere karşı cırt cırt bant, iyi deneyimlere karşıysa teflon tava gibi davrandığı benzetmesini yapmış.

Sinirbilimci değilim de benim nacizane bir önerim var.

✅ Gelin iyi deneyimleri ışıltılı, göz alıcı renklerdeki yapışkan kağıtlarla en önde tutalım.

✅ Onları daha çok hatırlayalım.

✅ Kötü deneyimlere sen şurada kenarda bir dur diyelim.

✅ Bir şey olduğunda bir durup nefes alalım kendimizi gözlemleyelim.

✅ Mesajı nasıl algıladığımıza bakalım ve algımızın gerçekliğini araştıralım.

✅ Enerjimizi olumsuza harcamak yerine faydalı şeylere dönüştürmeyi tercih edelim.

✅ Emek verelim kendimize

Sevgi de emek değil miydi zaten…